İkinci Dünya Savaşı - Çağdaş Dünya Türk Tarihi - Kpss

 





1919-1939 yılları arasında gerçekleşen olaylar, dünyayı adım adım bir dünya savaşına doğru sürüklemiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan antlaşmalar, Avrupa'nın ve dünyanın güç dengesini yeniden şekillendirmiştir. Avusturya-Macaristan, Alman ve Osmanlı İmparatorluklarının dağılması uluslararası alanda önemli boşluklar yaratmıştır. Ancak bu imparatorlukların paylaşılması için yapılan antlaşmalar ve kurulan statü-quo düzeni, istikrar sağlamamıştır.

Barış antlaşmalarındaki haksızlık ve adaletsizlikler, bir sonraki büyük savaşın gerekçesi olarak görülmüştür. Bu nedenle, antlaşmaların ilk yıllarından itibaren barışın sürekliliğini sağlamak amacıyla çeşitli önlemler alınmaya çalışılmıştır.

I. Dünya Savaşı'nın ardından Rusya'da komünist rejimin yerleşmesi, ülkenin uluslararası alanda soyutlanmasına ve dışa kapalı bir politika izlemesine yol açmıştır. Osmanlı Devleti'nin çöküşü ise Orta Doğu'daki güç dengesindeki boşluğun, İngiltere ve Fransa gibi yayılmacı politikalarıyla doldurulmasına sebep olmuştur.

1919'dan 1925'e kadar süren dönemde, Versay Antlaşması'ndan Locarno Antlaşması'na kadar olan süreçte, savaş sonrası sarsıntılar azaltılmaya çalışılarak barış antlaşmalarıyla bir düzen oluşturulmaya çalışılmıştır. Silahsızlanma girişimleri de yapılmıştır.

Ancak dünya bu barış çabalarıyla uğraşırken, 1929'da başlayan Dünya Ekonomik Buhranı dünyanın her yerinde etkisini göstermiş ve siyasi gelişmeleri etkilemiştir. Japonya'nın 1931'de Mançurya'ya saldırması ve ardından gelen siyasi krizler, dünyayı yeni bir savaşın eşiğine getirmiştir.


1. Savaş Öncesindeki Gelişmeler


a- Japonya

1920'li ve 1930'lu yıllarda Japonya, Uzakdoğu'nun en güçlü devleti olarak öne çıkmaktaydı. Özellikle 1930'lardan sonra militarist bir yönetim anlayışı benimseyen Japonya, yayılmacı bir politika izlemeye başlamıştı. 1931 yılında Mançurya'yı işgal etmesiyle başlayan süreç, daha sonra Çin'e doğru ilerlemesine yol açtı. 1932'de ise Çin'le savaşa girişerek ülkenin orta bölgelerine doğru genişlemeye başladı. Japonya'nın yayılmacı politikası, Uzakdoğu'daki güç dengesini temelden değiştirdi.

Bu bölgede çıkarları bulunan İngiltere ve ABD gibi devletler, başlangıçta Japonya'nın bu tutumuna sessiz kalmışlardır. Ancak, Japonya'nın 1937'de Çin'e ikinci kez saldırmasıyla birlikte, bu ülkeye karşı çıkmaya başlamışlardır. İngiltere ve ABD, Japonya'yı durdurmak için Çin'e yardım etmeye başlamışlardır. Ancak, Uzakdoğu, Japonya'nın emperyalist eğilimleri nedeniyle İkinci Dünya Savaşı'na girmekten kurtulamamıştır.

b- İtalya

İtalya'da yaşanan siyasi ve ekonomik zorluklar, Benito Mussolini'nin iktidara yükselmesine neden oldu. Mussolini, "Roma İmparatorluğu" hayalini kurarak yayılmacı bir politika izlemeye başladı. Fiume, Yugoslavya'nın baskılara maruz kalmasıyla 1924'te İtalya'ya katılan bir serbest şehir ilan edildi. Aynı şekilde, Mussolini Yunanistan'a ait Korfu adasını işgal etti ve Arnavutluk'u nüfuz alanı olarak ele geçirdi.

İngiltere, I. Dünya Savaşı sonrasında Avrupa'da Fransa'nın üstünlüğünü dengelemek amacıyla İtalya'yı önemli bir aktör olarak gördü. Bu nedenle, 1935 yılına kadar İngiltere-İtalya ilişkileri olumlu bir seyir izledi.




italya'nın habeşistan'ı işgali



İtalya'nın Habeşistan'ı İşgali 

İtalya, XIX. yüzyılın sonlarında siyasi birliğini tamamlamasının ardından hemen sömürgecilik faaliyetlerine girişmiştir. Bu dönemde Habeşistan'ı ele geçirme çabaları da göstermiştir, ancak başarılı olamamıştır.

Ancak, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından hızla artan nüfus, endüstrinin hammaddeye olan ihtiyacı ve 1929 dünya ekonomik bunalımı sonrasında ülkenin sarsılması, İtalya'nın tekrar el değmemiş zenginliklere sahip olan Habeşistan'a ilgi duymasına yol açmıştır.

Aynı zamanda, İngiltere'nin de Habeşistan'ın Tuna Gölü bölgesini ele geçirme isteği, İtalya'nın bu ülkeyi kendi topraklarına katma arzularını artırmıştır.

İtalya'nın lideri Mussolini, 1930'lu yıllarda Japonya'nın Mançurya'ya saldırması ve Almanya'nın Versay Antlaşması'nı ihlal etmesine rağmen Milletler Cemiyeti'nin tepki göstermemesini bir fırsat olarak görmüş ve harekete geçmiştir. 3 Ekim 1935'te İtalyan uçakları, Kuzey Habeşistan'daki Adowa ve Adigrat şehirlerini bombardıman ederek Habeşistan'ı işgal etmeye başlamıştır.


Milletler Cemiyeti, Habeşistan'ın işgalini sona erdirerek barışın sağlanmasını talep etmiş olsa da başarılı olamamıştır. Ancak İngiltere, Habeşistan'daki çıkarları nedeniyle tepki göstermiş ve diğer ülkeler olan Fransa, Almanya ve ABD de buna destek vermiştir.

Milletler Cemiyeti'nin etkisiz kalması ve büyük devletlerin ortak bir cephe oluşturamaması, politik açıdan İtalya'nın işini kolaylaştırmıştır. İtalyanlar engellenemediği gibi, Habeşistan'a askeri yardım da sağlanamamıştır. Habeşistan halkı zayıf bir direniş göstermiş olsa da başarı elde edememiştir.

Sonunda, İtalya 9 Mayıs 1936'da Habeşistan'ı ilhak ettiğini duyurmuştur. İtalyan Kralı aynı zamanda Habeşistan Kralı olarak ilan edilmiştir. Habeşistan'ın işgali, 1930'lu yıllarda statükonun bozulmasına yol açan önemli olaylardan biri olmuştur.








c-Ülkeler Arası Gruplaşmalar

Berlin-Roma-Tokyo Mihveri'nin Kurulması


Berlin-Roma-Tokyo Mihveri'nin kurulması, İtalya'nın Habeşistan'ı ele geçirmesinin sonuçlarından biri olmuştur. Bu durum, Nazi Almanyası ve Faşist İtalya'nın birbirlerine yakınlaşması ve uluslararası politikada güç birliği yapmalarına yol açmıştır. 1936 yılında, İtalya ve Almanya arasında karşılıklı ziyaretler gerçekleşmiştir.







Anti-Komintern Pakt

Aynı dönemde, Sovyetler Birliği de Alman Nazizmine karşı silahlanmasını hızlandırmıştır. Bu duruma karşılık, Almanya hem Sovyetler Birliği'ne karşı pozisyonunu güçlendirmeye çalışırken hem de Japonya'ya yaklaşmaya başlamıştır.

Sonuç olarak, 1936 yılının ortalarından itibaren Almanya ve Japonya, Sovyetler Birliği'ne karşı bir araya gelmiştir. Bu gelişmeler sonucunda Almanya ve Japonya, 25 Kasım 1936'da Berlin'de "Anti-Komintern Paktı"nı oluşturmuşlardır.

Bu pakt ile Almanya ve Japonya arasında siyasi bir ittifak kurulmuş ve "Berlin-Tokyo Mihveri" oluşturulmuştur. İtalya da Almanya ve Japonya'ya eşit düzeyde yayılmacı bir politika izleyerek, 5 Kasım 1937'de Roma'da imzalanan bir antlaşma ile Anti-Komintern Paktı'na katılmıştır.

Bu şekilde, "Berlin-Roma-Tokyo Mihveri" olarak bilinen önemli bir dönüm noktası oluşturulmuş ve İkinci Dünya Savaşı'na doğru giden süreç hız kazanmıştır.

Almanya'nın Rolü

Hitler, muhaliflerini tasfiye ettikten sonra odak noktasını Versailles Barış Antlaşması'nı bozmaya çevirmiştir. Bu amaçla, 1934 yılında Avusturya'daki Nazileri kullanarak ülkeyi ilhak etme girişiminde bulunmuştur. Ancak, Avusturya'daki Nazilerin gerçekleştirdiği hükümet darbesi başarısızlıkla sonuçlanmış ve ilhak gerçekleştirilememiştir.

Ancak Hitler'in asıl hedefi, Versailles Barış Antlaşması'nı ortadan kaldırmak ve emperyalist yayılmacılığı sürdürmektir. Bu nedenle, bu çabalarından vazgeçmemiştir. Özellikle Versailles Barış Antlaşması'nın getirdiği silahlanma kısıtlamaları, Hitler'in öncelikli olarak ortadan kaldırmak istediği sorunlardan biridir. Bu doğrultuda, 1 Mart 1935'te Saar Bölgesi'ni silah kullanmadan Almanya'ya dahil etmiştir.

Hitler, silahlanma faaliyetlerini sürdürürken aynı zamanda silahsızlanma konferanslarından ve Milletler Cemiyeti'nden çekilmiş ve kara, deniz ve hava kuvvetlerini güçlendirmeye odaklanmıştır. Asker sayısını artırma, modern silah ve teçhizat üretimi gibi konulara büyük önem vermiştir.

Bu şekilde, Hitler hem Versailles Barış Antlaşması'na meydan okuyarak silahlanmayı sürdürmüş hem de Almanya'nın askeri gücünü artırmıştır. 4 Ekim 1933 tarihindeki bu adımlar, Hitler'in emperyalist hedeflerine doğru ilerlemesinde önemli bir rol oynamıştır.

Almanya, Versailles Barış Antlaşması'nın silahlanma hükmünü tek taraflı olarak feshederek önemli değişiklikler yapmıştır. Bir yasa ile Alman Ordusu'nun teşkilatında önemli düzenlemeler yapılmıştır. Bu adımlarla Almanya, Versailles Barış Antlaşması'nın en önemli hükümlerinden biri olan silahlanma kısıtlamasını ortadan kaldırmıştır. Almanya, bu şekilde açık bir şekilde Versailles Barış Antlaşması'nı geçersiz kılmaya kararlı olduğunu göstermiştir.

Almanya'nın hedeflerinden biri de Avusturya'nın Alman topraklarına katılmasıydı. Daha önce başarısız bir ilhak girişiminde bulunan Hitler, koşulların uygun hale gelmesiyle birlikte 11 Mart 1938'de Alman ordularını Avusturya'ya göndererek ülkeyi işgal etmiştir. Fransa bu duruma tepki göstermek istemişse de gerçeklik karşısında boyun eğmek zorunda kalmıştır. 12 Mart 1938'de Viyana'nın ele geçirilmesiyle birlikte, 13 Mart'ta Almanya ve Avusturya'nın birleştiği duyurulmuştur. Bu olay, Avrupa'nın güç dengesini alt üst ederek Almanya'nın ön plana çıkmasına yol açmıştır.

Bu gelişmeler, Hitler'in emellerini gerçekleştirme konusundaki kararlılığını ve Almanya'nın genişleme politikalarını açıkça göstermiştir. Avusturya'nın ilhakı, Hitler'in gücünü artırmış ve Avrupa'daki dengeleri değiştirmiştir.







Münih Konferansı

Sorunun gittikçe tırmanması üzerine İngiltere Başbakanı Chamberlain'ın önerisiyle 29 Eylül 1938'de Münih Konferansı düzenlenmiştir. Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere'nin katıldığı konferansta, çeşitli noktalara odaklanılmıştır. Südet bölgesinin Almanya'ya verilmesi, Çekoslovakya'nın yeni sınırlarının belirlenmesi için uluslararası bir komisyonun kurulması, saptanan sınırın uluslararası güvence altına alınması ve Almanya ile İngiltere arasında karşılıklı savaşmama taahhüdü gibi konular ele alınmıştır.

Almanya, Südet bölgesini elde etmekle egemenlik alanını genişletmiştir. Ancak, bu onlar için yeterli olmamış ve İngiltere ve Fransa'nın güçlü itirazlarına rağmen, 15 Mart 1939'da ordularını Prag üzerine göndererek Çekoslovakya'yı işgal etmiştir. Bu olay üzerine Sovyetler Birliği ve Fransa, Almanya'ya protesto notası vermiştir. Ancak, Almanya bu protestolara aldırış etmeyerek 23 Mart 1939'da Litvanya toprakları içinde bulunan Memel'e saldırarak bölgeyi ele geçirmiştir.

Bu gelişmeler, Almanya'nın saldırgan politikalarını ve toprak genişlemesine olan kararlılığını göstermektedir. Aynı zamanda, uluslararası toplumun tepkilerinin ve diplomasi çabalarının Almanya'yı durdurmakta yetersiz kaldığı da açıkça görülmektedir.


Savaş Yılı: 1939


Almanya, adım adım ilerleyerek "doğuya doğru genişleme" politikasını sürdürmüş ve Orta Avrupa'da bulunan Polonya'ya hedef gözetmiştir. Almanya, Dantzing bölgesini talep ederek bu amacını gerçekleştirmek için Polonya üzerinde baskı kurmaya başlamıştır. Bu durum karşısında İngiltere ve Fransa, 31 Mart 1939'da Polonya'ya garanti vererek desteklerini sunmuşlardır.

İngiltere ve Fransa, Polonya'nın bağımsızlığının tehdit altında olduğu durumda Polonya'ya yardım etmek için ellerinden geleni yapacaklarını açıklamışlardır. Batılı büyük devletlerin Almanya'ya karşı durması, iki taraf arasındaki gerilimi artırmış ve savaşın başlaması kaçınılmaz hale gelmiştir. Gerçekten de, 11 Nisan 1939'da Alman ordularına verilen talimatta, 1 Eylül'de Polonya'nın işgal edilmesi için gerekli hazırlıkların yapılması istenmiştir.

Almanya'nın kısa bir sürede egemenlik alanını genişletmesi, İtalya'nın faşist lideri Mussolini üzerinde olumsuz bir etki yaratmıştır. Bu sebeple Mussolini, kendi gücünü göstermek ve Dalmaçya kıyılarında üstünlük sağlamak amacıyla Arnavutluk'u işgal etme kararı almıştır. Bu kararını 5 Nisan 1939'da Almanya'ya bildirerek destek talep etmiştir.

Almanya, Mussolini'nin bu girişimini sert bir şekilde destekleyeceğini açıklamıştır. İtalya donanması ve askerleri, Bari ve Brindizi limanlarında hazırlıklarını tamamladıktan sonra, 7 Nisan 1939'da Arnavutluk'u işgal etmeye başlamışlardır. Kısa bir süre içinde Arnavutluk, İtalya'nın egemenliği altına girmiştir. Bu olay, Doğu Akdeniz ve Balkanlar'ın statüsünü ciddi şekilde tehdit etmiştir.







Sovyetler Birliği-Almanya Saldırmazlık Paktı

İtalya'nın Arnavutluk'u işgal etmesi, İngiltere ve Fransa tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı ve bu sert tavrıyla İtalya'yı daha da Almanya'ya yaklaştırdı. Sonuç olarak, 22 Mayıs 1939'da Almanya ve İtalya arasında "Çelik Paktı" adı verilen bir ittifak imzalandı. İngiltere, Almanya ve İtalya'nın gelecekteki genişleme çabalarına göz yummayacağını göstermek amacıyla Polonya, Romanya ve Yunanistan'a askeri güvence sağladı.

Bu süreçte Sovyetler Birliği, Batılı müttefiklerin kendisini herhangi bir saldırı karşısında koruyamayacağı endişesine kapıldı. Bu nedenle, 17 Nisan 1939'da Almanya'ya başvurarak, ideolojik farklılıkların iki devlet arasındaki ekonomik ilişkileri engellememesi gerektiğini belirtti ve bu ilişkileri geliştirmek istediğini ifade etti.

Hitler, Sovyetler Birliği'nin bu yaklaşımını olumlu bir şekilde karşıladı. Ancak, Sovyetler Birliği'nde Dışişleri Bakanlığına Molotov'un atanması, gelişmelere yeni bir boyut kazandırdı. Molotov, Moskova'daki Alman büyükelçisine siyasi bir anlaşma yapmanın daha uygun olacağını belirtti. Buna karşılık, her iki ülke de kendi çıkarları doğrultusunda bir "saldırmazlık paktı" yapma hazırlıklarına girişti. Sonunda, 23 Ağustos 1939'da "Sovyetler Birliği-Almanya Saldırmazlık Paktı" imzalandı.


Pakt şartları gereği, taraflar birbirlerine saldırmayacaklar ve eğer bir taraf üçüncü bir devletle savaşa girerse, diğer taraf bu üçüncü devlete herhangi bir şekilde yardım etmeyecekti. Aynı zamanda ortak çıkarlar doğrultusunda ilişkiler kurulacaktı. Bu pakt 10 yıl boyunca geçerli olacaktı.

Sovyetler Birliği'nin, İngiltere'nin ve Fransa'nın askeri heyetleri arasında süregelen görüşmeler, bu paktın sonucunda sonlandırıldı. İngiltere, Pakt'a karşılık olarak 25 Ağustos 1939'da Almanya'nın hedefinde olan Polonya ile bir ittifak antlaşması imzaladı. Bu siyasi gelişmeler dünyayı yeni bir dünya savaşının eşiğine getirdi. Devletler bloklaşmaya başladı ve bloklar arasındaki ilişkiler kopma noktasına geldi.

Almanya, 29-30 Ağustos 1939 tarihlerinde Dantzing serbest şehrinin kendisine verilmesini, Koridor bölgesi için plebisit yapılmasını, seferberliğin kaldırılmasını ve bu konuları görüşmek üzere 30 Ağustos'ta Berlin'de bir Polonya temsilcisinin bulunmasını talep etti.

Polonya, bu talepleri kabul etti, ancak temsilcisinin istenilen tarihte Berlin'e gitmemesi üzerine Almanya harekete geçti. Alman birlikleri, 1 Eylül 1939'da savaş ilan etmeksizin Polonya'yı işgal etmeye başladı. İngiltere ve Fransa, Almanya'dan işgalin sona erdirilmesini ve birliklerinin Polonya'dan geri çekilmesini istedi.

Ancak, yanıt alamadıkları için 3 Eylül 1939'da Almanya'ya savaş ilan etmek zorunda kaldılar. Böylece altı yıl sürecek olan İkinci Dünya Savaşı başladı. Almanya, 28 Eylül'de Varşova da dahil olmak üzere Polonya'nın büyük bir bölümünü ele geçirdi.

Polonya'nın işgal edilmesi, Sovyetler Birliği'ni de harekete geçirdi. Sovyetler Birliği, Almanya ile yaptığı saldırmazlık paktı uyarınca kendisine ayrılan Polonya topraklarını işgal etmeye başladı. Bu durum üzerine Almanya ve Sovyetler Birliği, 28 Eylül 1939'da Moskova'da ek bir antlaşma imzalayarak Polonya'yı paylaştılar. Sovyetler Birliği, Polonya'nın doğusunu, Almanya ise Varşova dahil batısını aldı.


Sovyetler Birliği'nin Baltık Ülkelerini Ele Geçirmesi

Sovyetler Birliği, Birinci Dünya Savaşı sonrasında kaybettiği Baltık topraklarını yeniden ele geçirmek amacıyla Baltık bölgesine odaklandı. 1939 yılında Estonya, Letonya ve Litvanya'yı kontrolü altına aldı.

Sovyetler Birliği, Baltık Denizi'nin doğu kıyılarında etkisini artırdıkça Finlandiya'dan da üs taleplerinde bulunmaya başladı. Ancak, Finlandiya bu talepleri kabul etmediğinde, 30 Kasım 1939'da Sovyetler Birliği bu ülkeye saldırdı. Finlandiya, kahramanca direnerek ülkesini başarıyla savundu. Ancak, uluslararası alanda yalnız kalan Finlandiya, barış görüşmelerini kabul etmek zorunda kaldı.

12 Mart 1940 tarihinde Sovyetler Birliği-Finlandiya Barış Antlaşması imzalandı. Finlandiya bağımsızlığını korumuş olsa da, Sovyetler Birliği bu süreçte önemli ölçüde toprak kazandı ve üs kurma hakkı elde etti. Bu gelişme, Sovyetler Birliği'nin Baltık kıyılarında daha da yerleşik hale gelmesini sağladı.

Avrupa'da Savaş

Almanya, Fransa'ya saldırmadan önce stratejik öneme sahip Danimarka ve Norveç'i ele geçirme girişiminde bulundu. Hitler Almanyası, Norveç kara sularında bir Alman gemisine saldırı olduğunu bahane ederek 9 Nisan 1940'ta Danimarka ve Norveç'i işgal etmeye başladı.

Danimarka, kısa bir direnişten sonra teslim oldu, Norveç ise Nisan ayının sonuna kadar karşı koymaya çalışmasına rağmen Alman işgalinden kurtulamadı. Norveç Kralı ve hükümeti Londra'ya kaçtı. Hitler, bu işgallerle sadece Büyük Alman Devleti'ni değil, aynı zamanda geniş bir Cermen İmparatorluğu'nu hedefledi.

Batı Cephesi'nin Açılması

Almanya, Norveç ve Danimarka'yı işgal ederek doğu ve kuzey bölgelerini güvence altına aldıktan sonra Batı'ya, Fransa'ya yönelmeye başladı. 10 Mayıs 1940 sabahı Alman Orduları Hollanda, Belçika ve Lüksemburg'a saldırdı. Lüksemburg hemen işgal edildi.

Hollanda ve Belçika, kendilerini savunma çabalarına rağmen Hollanda 15 Mayıs 1940'ta, Belçika da 28 Mayıs'ta teslim olmak zorunda kaldı. Bu başarıların ardından Almanlar, bir yandan İngiliz ve Fransız güçlerini Manş Denizi kıyılarında kuşatırken, diğer yandan da Paris'e doğru ilerlemeye başladı.

Bu sırada, İtalya da Almanya'nın kesin bir zafer elde edeceğine inanarak 10 Haziran 1940'ta Fransa'ya savaş ilan ederek İkinci Dünya Savaşı'na katıldı. Almanya, bu olumlu gelişmelerin ardından 14 Haziran 1940'ta Paris'e girdi.

Paris'in düşmesiyle birlikte Fransa'da hükümet değişikliği yaşandı ve Mareşal Petain liderliğinde yeni bir hükümet kuruldu. 22 Haziran 1940'ta Compiegne'de Almanlarla bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu anlaşma uyarınca Fransız Ordusu silahsızlandırılarak esir alındı ve ülkenin batı, kuzey ve doğu bölgeleri Alman işgaline terk edildi.

Yeni Fransız Hükümeti Vichy'e taşındı ve Almanya yanlısı bir politika izlemeye başladı. Ancak, Londra'da bulunan General de Gaulle, Fransız Hükümeti'ni tanımadığını açıkladı ve anavatanı dışında bir direniş gücü oluşturma çabasına girişti. Gerçekten de Gaulle, Fransa'nın Alman işgalinden kurtarılması için büyük bir çaba sarf edecekti.

Fransa'nın savaş dışı kalmasının ardından Almanya, hedefini İngiltere'ye çevirdi. Ancak, İngiliz direnişi karşısında Almanlar hava üstünlüğünü ele geçiremeyince ve kış mevsimi yaklaşınca İngiltere'nin işgalinden vazgeçtiler. Bundan sonra Normandiya çıkarmasına kadar Batı cephesinde hava savaşları ve Fransız direniş gruplarının eylemleri etkili olmaya devam etti.

2-Kuzey Afrika Cephesi

İtalya'nın Fransa'ya savaş ilan etmesiyle beraber İngiltere'nin zor bir durumda olduğu Kuzey Afrika cephesi belirgin şekilde etkilendi. Libya'nın stratejik önemi ve İtalya'nın bölgedeki kontrolü, Akdeniz'deki donanmasıyla İngiltere'nin kolonileriyle olan bağlantısını kesme yeteneğiyle birleştiğinde, Kuzey Afrika'nın tamamının ele geçirilmesi savaşın seyrini değiştirebilecek bir potansiyele sahipti.

İtalya, Kuzey Afrika'yı kesinlikle ele geçirme isteğiyle Libya'da topladığı 200 bin kişilik bir orduyla 13 Eylül 1940'ta Mısır'a saldırdı. Ancak, kısa bir ilerleme kaydettikten sonra durduruldu. İngiliz kuvvetleri, Mısır'da takviye alarak güçlendikten sonra 8 Aralık 1940'ta karşı saldırıya geçti. Şubat 1941'de Bingazi'yi, Nisan 1941'de ise İtalya'nın elinde bulunan Eritre ve Habeşistan'ı ele geçirdi.


İtalya'nın ardı ardına başarısızlıklara uğramasıyla birlikte, Mart 1941'de Almanya Kuzey Afrika cephesine dahil oldu. General Rommel'in liderliğindeki Alman orduları, İngilizlere karşı önemli başarılar elde ederek İskenderiye'ye doğru ilerlemeyi başardı.

Ancak, Ekim 1942'den itibaren İngilizlerin karşı saldırısıyla birlikte Mihver devletleri gerilemeye başladı. Müttefik devletlerin Kuzey Afrika'ya asker göndermesi ve yoğun savaş faaliyetleri sonucunda Mihver devletleri yenilgiye uğradı ve Mayıs 1943'te teslim oldu. Bu şekilde Müttefikler, Kuzey Afrika savaşlarında zafer kazanarak Akdeniz'in güney kıyılarına egemen oldular.



Balkan Cephesi Fransa'nın yenilgisinden sonra, 27 Eylül 1940 tarihinde İtalya, Japonya ve Almanya arasında Üçlü Pakt adı verilen bir ittifak antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla birlikte, Almanya ve İtalya Avrupa'da, Japonya ise Uzak Doğu'da istila temelli "yeni düzenler" kurma amacını taşıyordu. Almanya, bu hedef doğrultusunda Avrupa'daki bazı küçük devletleri anlaşmalar yoluyla kontrol altına almaya başladı.

Ancak Almanya, kısa vadede Sovyetler Birliği ile bir çatışmaya girmek istemiyordu. Aslında, Sovyetleri Üçlü Pakt'a dahil ederek onları da dünya paylaşımında ortak etmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle, 12-13 Kasım 1940 tarihlerinde Sovyet Dışişleri Bakanı Molotov, Berlin'e davet edildi


Almanya - Sovyetler Birliği Savaşı


Almanya'nın hızla birçok cephesinde büyük başarılar elde etmesi, Hitler'i daha büyük hedefler belirlemeye ve onları gerçekleştirmeye teşvik etmiştir. Sonuç olarak, Almanlar, 22 Haziran 1941 tarihinde Sovyetler Birliği'ne saldırmak için savaş ilan etmeksizin harekete geçmişlerdir.

Alman Ordusu, Sovyetler Birliği'ne üç farklı yönden saldırı düzenlemiştir. Güney kanadı, hızlı bir şekilde Odesa ve Kiev'i ele geçirmiş, Kırım ve Sivastopol'u kuşatmış ve Rostov'a doğru ilerlemiştir. Orta kesim ordusu ise Smolensk'i ele geçirerek Moskova'ya doğru yönelmiştir.

Almanya'nın hızlı ilerleyişiyle birlikte Kuzey ordusu da Baltık ülkelerinden hareket ederek Leningrad üzerine ilerlemiştir. Ancak, Sovyet halkının direnişi karşısında Almanlar, Leningrad'da durdurulmuşlardır. Yoğun saldırılara rağmen Almanlar, Moskova'yı ele geçirememişlerdir. Bu durumda kış mevsiminin gelmesi ve Alman ordusunun kış koşullarına uygun şekilde organize edilememesi de etkili olmuştur.

Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırması sonucunda, Sovyetler ve İngilizler arasında 12 Temmuz 1941'de Ortak Hareket Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma ile iki devlet, Almanya'ya karşı birbirlerini destekleme ve bütün güçleriyle birbirlerine yardım etme kararı almışlardır. Ayrıca, Almanya ile ayrı ayrı mütareke veya barış antlaşmaları imzalamamayı kararlaştırmışlardır.

Ancak, 4 Aralık 1941 tarihinde Sovyetler Birliği ve Polonya arasında "Dostluk ve Yardım Paktı" adı verilen bir antlaşma imzalanmıştır. Bu antlaşmaların gerçekleşmesi ve ABD'nin savaşa girmesiyle birlikte, İngiltere ve Sovyetler Birliği arasında 26 Mayıs 1942 tarihinde bir ittifak antlaşması yapılmıştır.

Bu antlaşma, İngiltere ve Müttefiklerinin Sovyetler Birliği-Almanya savaşına katılmasını, savaş sonrasında barışın korunması için birlikte hareket edilmesini, ABD ile yakın işbirliği yapılmasını ve karşılıklı her türlü yardımın sağlanmasını içermektedir. Müttefikler, bu antlaşmayla Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa'da Almanları durdurmasını ve baskı altına almasını hedeflemişlerdir. Sovyetler Birliği ise, Alman saldırılarına karşı siyasi ve askeri destek sağlama açısından önemli bir rol üstlenmiştir.





C-Barışa Doğru

1-Avrupa’da Savaşın Sona Ermesi

Kazablanka Konferansı

Roosevelt, ABD Başkanı, ve Churchill, İngiltere Başbakanı arasında 14-24 Ocak 1943 tarihleri arasında Kazablanka kentinde gerçekleşen bir konferansta buluşmuşlardır. Sovyet lideri Stalin de davet edilmiş olsa da, katılamamıştır. Bu konferans, ABD kuvvetlerinin Kasım 1942'de Fas ve Cezayir'e çıkmasıyla başlayan Kuzey Afrika savaşının ilerleyişi ve sonrasıyla ilgili stratejik ve diplomatik sorunları ele almıştır.

Konferansın sonunda, Sovyetler Birliği üzerindeki baskıyı azaltmak amacıyla Sicilya'ya çıkarma yapılması, Balkanlarda ikinci bir cephenin açılması ve bunun için Türkiye'nin savaşa katılması için hazırlıkların başlatılması gibi kararlar alınmıştır. Ayrıca, Mihver Devletleri'nin kayıtsız şartsız teslim oluncaya kadar mücadeleye devam edilmesi kararı da alınmıştır






Quebec Konferansı-1943

Roosvelt ve Churchill, 14-24 Ağustos 1943 tarihleri arasında Kanada'nın Quebec kentinde tekrar bir araya gelmişlerdir. Görüşmelerde, Almanya'nın silahsızlandırılması ve kontrol altına alınması için bir plan kabul edilmiştir. Bununla birlikte, Churchill, Türkiye'nin savaşa katılmasını ve ikinci cephenin Balkanlarda açılmasını önermiştir, ancak bu öneriler kabul görmemiştir. İkinci cephenin Fransa'da değil, Normandiya kıyılarında açılması ve hazırlıkların ABD tarafından yürütülmesine karar verilmiştir.

Müttefik devletler, İtalya'nın Kuzey Afrika'dan atılmasının ardından Avrupa'ya yönelmiş ve Sicilya'ya hava saldırıları düzenlemiş ve ardından denizden çıkarmalar gerçekleştirmiştir. İtalya, 3 Eylül 1943 tarihinde ateşkes ilan etmiştir. Bu durum üzerine Almanya, İtalya'yı işgal ederek müttefiklerle savaşa girişmiştir. Mussolini, Almanlar tarafından tutsak edildikten sonra kurtarılmıştır.

Müttefikler, ancak Haziran 1944'te Roma'ya girebilmiş ve 1945 yılının başında Kuzey İtalya'yı ele geçirebilmiştir. 6 Haziran 1944 tarihinde Fransa'nın Normandiya bölgesinde çıkarma yapılmış ve ABD ve İngiliz birlikleri Fransa'ya girmiştir. 26 Ağustos'ta ise Paris'e girilmiştir.

Fransa, 6 Haziran 1944'te gerçekleşen Normandiya çıkarmasının ardından Alman işgalinden kurtarılmıştır. Bu noktada, Almanya'nın teslim olması gündeme gelmiş ve daha kapsamlı bir barış anlaşması sağlanması hedeflenmiştir. Aynı zamanda, Sovyetler Birliği'nin Japonya'ya savaş ilan etmesini teşvik etmek amacıyla üç büyük Müttefik devlet başkanı 4 Şubat - 11 Şubat 1945 tarihleri arasında Yalta kentinde buluşmuşlardır.

Roosevelt, Churchill ve Stalin, Yalta Konferansı'nda çeşitli konuları ele almışlardır. Bunlar arasında, Sovyetler Birliği'nin Almanya'nın teslim olmasının ardından Japonya'ya savaş açması ve buna karşılık olarak daha önce Sovyetler Birliği'ne verilen toprakların ve Kuril adalarının Sovyetler Birliği'ne iade edilmesi, Sovyetler Birliği'nin Çin ile dostluk ve ittifak antlaşması imzalaması, üç büyük Müttefik devletin ordularının Almanya'nın farklı bölgelerini işgal etmesi, merkezi Berlin olmak üzere her üç devletin komutanlarından oluşan bir "Merkez Kontrol Komisyonu"nun kurulması gibi konular bulunmaktadır.

Ayrıca, Fransa'nın da Almanya'ya işgal birlikleri göndermesi, Alman militarizmi ve nazizminin tamamen ortadan kaldırılması, Almanya'nın savaş tazminatı ödemesi ve 25 Nisan 1945'te San Francisco'da Birleşmiş Milletler Örgütü'nün kuruluşunu görüşmek üzere bir konferansın düzenlenmesi gibi meselelere de odaklanılmıştır.

Almanya'nın Teslim Olması

Müttefik Devletler, 1944 yılında hava üstünlüğünü elde etmişti. Özellikle 6 Haziran 1944'te, Normandiya kıyılarına yapılan çıkarmayla "ikinci cephe"yi açarak önemli bir başarı elde ettiler. Ardından 9 Ağustos 1944'te Paris'i Alman ordularından kurtarmayı başardılar.

Fransız direniş hareketinin önde gelen isimlerinden General de Gaulle, bir hükümet kurarak Fransa'ya tekrar hayat verdi. Bu askeri gelişmeler, Almanya için umut kalmadığını gösteriyordu. Müttefik Devletler doğudan ve batıdan ilerleyerek Almanya'yı işgal etmeye başladı.

Hitler, Müttefikler Berlin'e girdikten sonra 30 Nisan 1945'te intihar etti ve yerini Amiral Doenitz'e bıraktı. Berlin, 2 Mayıs 1945'te ağırlıklı olarak Sovyet askerleri tarafından tamamen ele geçirildi. 4 Mayıs'ta Hollanda, Kuzey-Doğu Almanya ve Danimarka'daki Alman orduları teslim oldu.

Bu gelişmelerin ardından, San Francisco Konferansı sırasında 7 Mayıs 1945'te Alman delegeleri Reims kentinde Eisenhower'ın ana karargahında Almanya'nın kayıtsız-şartsız teslim belgesini imzaladı.





Potsdam Konferansı

Almanya'nın teslim olmasının ardından, Avrupa'da ortaya çıkan sorunları ele almak amacıyla üç büyük Müttefik devlet, 17 Temmuz - 2 Ağustos 1945 tarihleri arasında Berlin yakınlarındaki Potsdam'da bir konferans düzenledi.

Potsdam Konferansı'na ABD'yi (Roosevelt'in ölümü üzerine göreve gelen) Başkan Yardımcısı Harry S. Truman, İngiltere'yi konferansın başlangıcında Churchill ve daha sonra (Churchill, 1945 Temmuz'unda yapılan genel seçimleri kaybettiği için) İşçi Partisi lideri ve yeni Başbakan Clement Attlee temsil etti. Sovyetler Birliği ise Stalin tarafından temsil edildi.

Konferansta barışın nasıl sağlanacağı en önemli konulardan biriydi. Almanya, Müttefikler tarafından dört bölgeye ayrılmış ve her bölge bir Müttefik devlet tarafından işgal edilmişti.

Üç büyük Müttefik Devlet, konferansta üzerinde anlaşmaya vardıkları konuları 2 Ağustos 1945'te sona eren toplantının ardından bir deklarasyonla duyurdu.

Almanya ve Berlin, dört işgal bölgesine ayrıldı. ABD, İngiltere, Fransa ve Sovyetler Birliği bu bölgelerin yönetimini üstlendi. Ayrıca Almanya'ya ekonomik ve askeri kısıtlamalar ve yükümlülükler getirilmesi kararlaştırıldı. Avusturya'nın başkenti Viyana da dört işgal bölgesine ayrıldı. İtalya ile de ciddi bir antlaşma imzalanması kararlaştırıldı.

Japonya'nın Teslim Olması

Müttefikler, 1942 yılında Pasifik'te Japon ilerlemesini durdurmayı başarmıştır. 1943 ve 1944 yıllarında deniz ve hava üstünlüğünü ele geçirerek Japonya üzerinde baskıyı artırmışlardır. 1945'in başlarından itibaren Çin, Endonezya ve Pasifik'teki diğer bölgelerde Japonya'nın işgal ettiği yerlere saldırılar düzenlenmiştir.

Bu gelişmeler üzerine ABD, Japonya'yı kayıtsız-şartsız teslim olmaya zorlamak amacıyla 6 Ağustos 1945'te ilk atom bombasını Hiroshima'ya ve ardından 9 Ağustos 1945'te ikincisini Nagasaki'ye atmıştır.

Sovyetler Birliği, Japonya ile 13 Nisan 1941'de tarafsızlık antlaşması imzalamasına rağmen, bu ülkenin teslim olma noktasına gelmesi üzerine 8 Ağustos 1945'te Japonya'ya savaş ilan etmiş ve Mançurya'yı işgal etmeye başlamıştır.

Japonya, 10 Ağustos 1945'te yenilgiyi kabul ettiğini ABD'ye bildirmiştir. Yapılan görüşmeler sonucunda, 2 Eylül 1945'te Tokyo Koyu'nda demirli olan ABD'ye ait Missouri adlı savaş gemisinde Japonya'nın teslim belgesi imzalanmıştır. Bu olayla birlikte Uzakdoğu'da savaş sona ermiş ve İkinci Dünya Savaşı, Müttefiklerin zaferiyle sonlanmıştır. Bu savaş yaklaşık kırk milyon insanın hayatına mal olmuştur.



D-Savaşın Etkileri


a- Siyasi Sonuçları
  • Faşizm ve Nazizm gibi ideolojiler ortadan kaldırıldı ve toplumlar bu akımlara karşı önlem aldı.
  • Asya, Afrika ve Orta Doğu'daki halklar, emperyalist devletlere karşı direnişe geçti ve kendi bağımsızlıklarını kazanmak için mücadele ettiler.
  • İngiltere ve Fransa'nın gücü azaldı ve sömürge imparatorlukları zayıfladı.
  • Japonya, işgal ettiği bölgeleri terk etti ve daha önce elde ettiği topraklardan vazgeçti.
  • Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa'yı işgal etti ve Avrupa'da önemli bir güç haline geldi.
  • ABD, dünya siyasetinde etkili bir konuma yükseldi ve küresel liderlik rolü üstlendi.
  • San Fransisco Konferansı'nda Birleşmiş Milletler kuruldu ve Güvenlik Konseyi'nde beş daimi üye veto hakkı elde etti.
  • SSCB ve Müttefik Devletler arasındaki gerilim Doğu ve Batı Bloku'nun oluşmasına yol açtı, dünya ikiye bölündü.


b-Ekonomik Sonuçlar
  • Savaşa katılan Almanya, İtalya, Fransa ve İngiltere gibi ülkeler önemli ekonomik zararlarla karşılaştı. Üretimde düşüş yaşandı ve fiyatlar arttı.
  • Uluslararası Para Fonu (IMF) kuruldu ve ekonomik istikrarı sağlamak amacıyla ülkeler arasında işbirliğini teşvik etti.
  • Devletler, savaş sonrasında hızla toparlanma sürecine girdiler ve ekonomik kayıplarını kısa bir sürede telafi etmeyi başardılar.


c-Toplumsal Sonuçları
  • Savaş sırasında sivil kayıplar büyük bir trajediye yol açtı. Değişen kaynaklara göre 40 ila 60 milyon insanın hayatını kaybettiği belirtilmektedir.
  • Savaşın etkisiyle Asya ve Avrupa'da büyük nüfus hareketleri ve göçler gerçekleşti. İnsanlar, savaşın yıkıcı etkilerinden kaçmak ve güvenli bölgelere sığınmak için yer değiştirdi.
  • Savaş sırasında büyük savaş suçları işlendi. Bazı suçlular mahkemelerde yargılandı, ancak birçok suçlu cezalandırılamadı ve adalet sağlanamadı.


d- İnsan Hakları İhlalleri

  • Kasım 1945 ile Ekim 1946 arasında Nürnberg'de uluslararası bir mahkeme kuruldu ve savaş suçluları yargılandı. Aynı şekilde, Japonya'da da 1946'da bir mahkeme kuruldu ve Japon yöneticiler yargılandı. Bu yargılamalar sonucunda hapis cezaları, müebbet hapis cezaları ve idam cezaları verildi.
  • "Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılmasına İlişkin Sözleşme", 9 Aralık 1948'de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edildi. Aynı tarih olan 10 Aralık 1948'de ise BM, "İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi"ni kabul etti.

E- Savaş Yıllarında Türkiye

1. İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası

Genç Türkiye'nin liderleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'nda nasıl sona erdiğini ve Türk milletinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını unutmamışlardı. Bu sebeple, ülkeyi yeni bir savaşın dışında tutmaya çabaladılar. Ancak, 1930'lu yıllarda Almanya'nın komşularına saldırması ve İtalya'nın 7 Nisan 1939'da Arnavutluk'u işgal etme girişimi endişe yarattı. Bu durumda Türkiye, İngiltere ve Fransa'ya yakınlaşmayı tercih etti.

Sonuç olarak, 12 Mayıs 1939'da Türkiye ile İngiltere arasında Türk-İngiliz Yardım Deklarasyonu imzalandı ve 23 Haziran 1939'da da benzer bir antlaşma Türkiye ile Fransa arasında gerçekleşti. Türkiye, bu antlaşmaları Alman Nazizmi ve İtalyan Faşizmi'ne karşı gerçekleştirdiğinden dolayı Sovyetler Birliği'nin itiraz etmeyeceğini umdu.

Ancak, 23 Ağustos 1939'da Almanya ile Sovyetler Birliği arasında dostluk antlaşması imzalandı ve Polonya'nın Almanya tarafından işgal edilmesi Türkiye'yi tehdit altında bıraktı.

19 Ekim 1939 tarihinde Türkiye, İngiltere ve Fransa arasında Ankara'da karşılıklı yardım antlaşması imzalandı. Bu antlaşma aşağıdaki hükümleri içermekteydi:

  • Bir Avrupa devletinin Türkiye'ye saldırması ve savaş çıkması durumunda Fransa ve İngiltere'nin Türkiye'ye yardım etmesi,
  • İngiltere ve Fransa'nın bir Avrupa devletinin saldırısına uğraması halinde Türkiye'nin bu iki devletin yanında tarafsızlık politikası izlemesi,
  • Antlaşmanın uygulanması sonucunda tarafların savaşa girmesi durumunda, ateşkes ve barış koşullarının birlikte belirlenmesi.

Bu antlaşma Türkiye'nin Sovyetler Birliği'nden tamamen ayrılmasını ve Batılı devletlere yakınlaşmasını simgeliyordu. Türkiye, küresel ölçekte genişleyen bir savaş döneminde, 18 Haziran 1941 tarihinde Almanya ile on yıl süreli bir dostluk antlaşması imzalayarak manevra alanını genişletti.

Ancak, Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırmasıyla dengeler altüst olmuştur ve Sovyetler Birliği, Türkiye'nin savaşa katılmasını talep etmiştir. Bu durumda, 30-31 Ocak 1943 tarihlerinde Churchill ve İsmet İnönü, Adana'da bir araya gelerek Türkiye'nin savaşa katılma konusunu tartışmışlardır.

Bu buluşmaya Adana Konferansı da denir ve Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Türkiye'nin savaşa girmek için yeterli silah ve malzemeye sahip olmadığını ve İngiltere'nin bu donanımı tamamlaması durumunda savaşa katılacağını dile getirmiştir. Savaş devam ettiği sürece Müttefik Devletler, Türkiye'yi savaşa dahil etmek konusundaki baskılarını artırmışlardır.

Nitekim İsmet İnönü, Roosevelt ve Churchill, 4-6 Aralık 1943 tarihlerinde Kahire'de düzenlenen İkinci Kahire Konferansı'nda bir araya gelerek Türkiye'nin savaşa katılma konusunu tartışmışlardır. Cumhurbaşkanı İnönü, Türk Ordusunun donanımının tamamlanması halinde Şubat 1945'te savaşa katılacaklarını ifade etmiştir.

Türkiye, savaşın Almanya aleyhine gelişmeye başladığı dönemde, 2 Ağustos 1944'te Almanya ile siyasi ilişkilerini kesmiştir. Ayrıca, 23 Şubat 1945'te Almanya ve Japonya'ya savaş ilan etmiştir. Türkiye'nin bu tutumu, Birleşmiş Milletler'in kurucu üyeleri arasında yer almasını sağlamıştır.

Özet olarak Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nda tarafsız bir politika izlemiş ancak bu politikayı denge üzerine oturtmuştur. Türkiye, savaşa katılma konusunda dikkatli bir tutum sergilemiş ve içinde bulunduğu koşulların gerektirdiği stratejik kararları almıştır.



2. Savaşın Türkiye’ye Etkileri
  • Savunma harcamaları için ülke kaynaklarının ayrılması, halkın zor ekonomik koşullarla karşı karşıya kalmasına yol açtı.
  • Mal stoklamasının artması sonucunda devlet, fiyatlara müdahale ederek narh uyguladı ve fiyatları belirledi.
  • 1940 yılında çıkarılan Milli Korunma Kanunu ile hükümet, ekonomik hayata müdahale etti.
  • Bu dönemde Petrol Ofisi ve Et ve Balık Kurumu gibi kurumlar oluşturuldu.
  • 1942 yılında şehirlerde karne uygulamasına geçildi.
  • Ticaret Ofisi ve İaşe Müsteşarlığı gibi kurumlar da kuruldu.
  • 1942 Temmuz'unda hükümet, malların stoklanmasını engellemek amacıyla piyasa üzerindeki denetimini azalttı.
  • Bu dönemde karaborsa faaliyetleri ve haksız kazançlar arttı.
  • Varlık ve Toprak Mahsulleri Vergisi gibi vergiler, aşırı ve vergilendirilemeyen kazançlar için uygulandı. Varlık Vergisi kanunu ise 11 Kasım 1942'de kabul edildi.
  • "Beş Yıllık Sanayi Planı" uygulanamadı ve sanayi ile tarım üretiminde düşüş yaşandı.
  • Savaş döneminde sermaye birikiminde sorunlar yaşandı.
  • Devlet harcamalarının bir kısmı, savaşa rağmen eğitime yönlendirildi.
  • Köy enstitüleri kuruldu ve eğitim alanında önemli adımlar atıldı.
  • Savaşın zorlu şartları, edebiyata da yansıdı ve Garip akımı gibi yeni edebi akımlar ortaya çıktı.
  • Radyo yayınları yaygınlaştı ve toplumun geniş kesimlerine ulaşmaya başladı.
  • Hafız Burhan, Sadettin Kaynak gibi birçok sanatçı, plaklarında türkülere yer vererek büyük bir izleyici kitlesi tarafından tanındı.
  • 1940 yılında İstanbul Konservatuarı açıldı ve müzik eğitimi daha da gelişti.
  • Özellikle Sadettin Kaynak gibi bestekarlar, türkü formunda birçok eser bestelediler.
  • Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Hamiyet Yüceses, Perihan Altındağ Sözeri gibi ünlü sanatçılar, radyo programları ve taş plaklar aracılığıyla geniş kitleler tarafından tanındılar.

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu