İki Savaş Arası Dönemde Avrupa ve Dünya - Çağdaş Dünya Türk Tarihi - Kpss

 



1-Barışın Sürekliliğini Sağlama Çabaları

Birinci Dünya Savaşı döneminde, ABD Başkanı Wilson, barışın korunması amacıyla uluslararası bir örgüt kurma fikrini öne sürmüştür. Paris Barış Konferansı, savaştan sonra bu uluslararası örgütlenmeyi gerçekleştirmek için gerekli girişimleri başlatmıştır.

15 Ocak 1919 tarihli konferans oturumunda, Milletler Cemiyeti'nin kurulması ve barış antlaşmalarında yer alması kararlaştırılmıştır. Aynı oturumda, bir komisyonun Milletler Cemiyeti'nin sözleşmesini hazırlaması görevlendirilmiştir. Bu şekilde, uluslararası barışın korunması konusunda önemli bir adım atılmıştır.

Cenevre merkez olmak üzere 10 Ocak 1920'de 18 ülke tarafından kurulan Milletler Cemiyeti, 1920 yılında 48 ülkeye ulaşmıştır. Türkiye de 1932 yılında Milletler Cemiyeti'ne üye olmuştur.

Versailles Antlaşması ile belirlenen Almanya'nın tamirat ve tazminat konusundaki sorumluluklarını hafifletmek ve Fransa ile iyi ilişkiler kurmak isteyen Alman Hükümeti, 1925 yılında Fransa'ya bir nota vererek karşılıklı güvenlik paktı kurulmasını önermiştir.

Bunun üzerine, 5 Ekim 1925'te Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Polonya ve Çekoslovakya, Locarno'da bir konferans düzenlemiştir. Yapılan görüşmeler sonucunda, 16 Ekim 1925 tarihinde hazırlanan Locarno Antlaşması, 1 Aralık 1925'te Londra'da imzalanmıştır.


Locarno Antlaşması, Almanya'nın batı sınırlarının, yani Fransa ve Belçika sınırlarının kesin ve sürekli olduğunu kabul etmesiyle gerçekleşmiştir. Ayrıca, antlaşmaya imza atan devletler arasında savaştan korunma ve herhangi bir anlaşmazlığın barışçıl yollarla çözümlenmesi amaçlanmıştır.

Bu antlaşma, Almanya'nın uluslararası işbirliğine yeniden katılmasını sağlamıştır. Antlaşmanın hemen ardından Almanya, Milletler Cemiyeti üyesi olarak Avrupa'nın büyük devletleri arasında yerini almıştır.

Locarno Antlaşması, kısa vadede Avrupa'daki siyasi gerilimi azaltmış olsa da, uzun vadede Versailles Antlaşması'nın öngördüğü düzenin çökmesine yol açmıştır.





Briand-Kellogg Paktı

Fransız Dışişleri Bakanı Aristide Briand, ABD'nin Birinci Dünya Savaşı'na katılımının onuncu yıldönümünde (1927), Fransa'nın prestijini artırmak amacıyla ABD ile ilişkilerde savaşı yasa dışı ilan eden karşılıklı bir taahhüt önerdi. ABD Dışişleri Bakanı Kellogg ise Fransa'ya verdiği yanıtta, Amerika'nın sadece Fransa ile değil, tüm dünya devletleriyle böyle bir taahhüdün yapılmasını ve savaşın yasa dışı ilan edilmesini desteklediğini belirtti.

Kellogg'un önerisini içeren Briand-Kellogg Paktı, 27 Ağustos 1928'de ABD, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, Japonya, Polonya, Belçika ve Çekoslovakya arasında imzalandı. Aynı yıl, Sovyetler Birliği ve Türkiye de antlaşmaya katıldı.

Briand-Kellogg Paktı, savunmaya dayanmayan savaşın yasa dışı ilan edildiği ve ülkeler arası ilişkilerde barışçıl yolların benimsendiği bir anlaşmaydı. Ancak, Pakt uzun ömürlü olamadı ve 1930'lardan sonra Almanya, İtalya ve Japonya'nın saldırgan tutumları, Pakt'ın etkisini ortadan kaldırdı.

İkinci Dünya Savaşı, milyonlarca insanın hayatını kaybetmesinin yanı sıra ABD ve Avrupa'nın siyasi, sosyal ve ekonomik hayatında önemli değişikliklere neden oldu.


Avrupa’da Sosyal ve Ekonomik Hayat

ABD'ye yönelik göçlerin azalmasıyla birlikte, Avrupa içi göçler artış gösterdi. İstihdam ve çalışma koşullarına düzenlemeler getirildi ve Avrupa'da demokratik haklar genişletildi. Sanayi sektörü, özellikle motorlu araç sanayi, büyük gelişme kaydetti. Yeni üretim teknikleri keşfedildi ve işçi sınıfının fikirleri siyasiler tarafından önemsenmeye başlandı.

Ancak, fiyatların düşmesi çiftçileri zor durumda bıraktı ve Almanya'da yüksek enflasyon sorunu ortaya çıktı. İşsizlik artış gösterdi ve kentlerin nüfusu hızla büyüdü. 1929'da ekonomik bir bunalım yaşandı. Stalin'in 1928'de başlattığı ilk beş yıllık plan, Rus köylülerinin tepkisine neden oldu. 1932'de ise ilk beş yıllık plan hedeflerine ulaşıldı.

1930'lardan sonra Alman ekonomisi tekrar büyümeye başladı. 1933'te Hitler, iktidara geçerek Almanya'da güç kazandı. 1 Eylül 1939'da Polonya'ya saldırarak II. Dünya Savaşı'nı başlattı.

İngiltere, savaş öncesi ekonomik seviyeye ulaşmayı başaramadı. Fransa ise ülkeyi yeniden imar etme çabaları nedeniyle ekonomik kalkınmayı tam anlamıyla sağlayamadı. İtalya'da ise Mussolini liderliğinde Faşist Parti iktidara geldi.








Totaliter Rejimlerin Kuruluşu


İtalya’da Faşizm


İtalya, Birinci Dünya Savaşı'nın ardından büyük bir ekonomik krizle karşı karşıya kaldı. Savaşta istediklerini elde edemeyen bir ülke olarak, sosyalizm ve komünizm gibi ideolojilerin güç kazanmasına tanık oldu. Toplumsal ve ekonomik sorunların artması, 1919'da Benito Mussolini liderliğinde kurulan Faşist Parti'nin yükselişine zemin hazırladı.

Faşist Parti, İtalya'nın Paris Barış Konferansı'nda küçümsendiği iddiasıyla ülkeyi güçlendireceğini, Roma İmparatorluğu'nu yeniden kuracağını ve sol muhalefetle mücadele edeceğini ilan etti. Parti, 28 Ekim 1922'de Napoli'den Roma'ya doğru yürüyüş gerçekleştirerek büyük bir ilerleme kaydetti. "Kara Gömlekliler" olarak adlandırılan Faşist Parti üyelerinin gerçekleştirdiği bu hareket sonrasında hükümet istifa etti ve Mussolini başbakan olarak atandı.

Mussolini'nin kurduğu faşist rejim, aşırı milliyetçilik üzerine kurulu olduğu için kısa sürede demokrasiyi ortadan kaldırdı. Ülkede yaşayan diğer etnik gruplara zorla İtalyan kimliği dayatıldı. Roma İmparatorluğu'nun yeniden inşası için Akdeniz bölgesinde sömürgeler elde etme politikası izlendi.

Mussolini'nin bu yayılmacı politikası, Anadolu dahil olmak üzere Türk-İtalyan ilişkilerinde gerilime yol açtı. Ancak, 1930'larda faşist yönetim taleplerini artırarak saldırgan politikasını sürdürdü.

Almanya'da Nazizm

Cumhuriyet yönetiminin iç ve dış politikadaki başarısızlıkları ve ekonomik önlemlerdeki yetersizlikler, işsizlik sorununu büyütmüştü. 1922'de Alman Mark'ının değer kaybetmesi, halkın yaşam koşullarını zorlaştırmıştı. Örneğin, bir somun ekmek almak için milyonlarca Mark gerekiyordu.

Bu dönemde Fransızların 1923'te savaş tazminatının ödenmemesini bahane ederek Ruhr bölgesini işgal etmesi, Versailles Antlaşması'na olan tepkileri daha da artırmıştı. Toplumun hoşnutsuzluğu ekonomik ve sosyal çalkantılarla birleşince, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra terhis edilen onbaşı Adolf Hitler, 1919'da küçük bir siyasi topluluk olan Alman İşçi Partisi'ne üye olmuş ve liderliği ele geçirmiştir.

Alman Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi, 1930 seçimlerinde başarı elde ettikten sonra, 1932 seçimlerinde Alman Parlamentosu'nda (Reichstag) 608 sandalyeden 230'unu kazanarak ülkenin en büyük partisi haline gelmiştir. 

Bu siyasi gelişmelerin ardından Cumhurbaşkanı Hindenburg, 30 Ocak 1933'te Hitler'i Başbakanlık görevine atamıştır. Böylece, ırkçı ideolojiyi benimseyen Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi demokratik bir ortamda iktidara gelmiştir.


Ancak, 5 Mart 1933'te gerçekleşen seçimlerde Nasyonal Sosyalist Parti (Nazi Partisi) çoğunluğu elde edememişti. Bununla birlikte, Hitler baskı ve manipülasyon kullanarak Alman Parlamentosu'ndan (Reichstag) dört yıl süreyle olağanüstü yetkiler almıştı. Bu, Hitler'in diktatörlük yolunda önemli bir adım atmasını sağlamıştı. İlk olarak sendikaları ve siyasi partileri kapattı ve kendi düşüncelerine uymayan insanları ya öldürttü ya da toplama kamplarına gönderdi.

2 Ağustos 1934'te Devlet Başkanı von Hindenburg'un ölümüyle birlikte Hitler, bu makamı da üzerinde birleştirerek "Führer" oldu. Tüm bu gelişmeler sonucunda Almanya, tek parti tarafından yönetilen totaliter bir devlete dönüşmüştü.

Nasyonal Sosyalist Parti'nin iktidara gelmesi ve mevcut düzenin değiştirilmesi çabaları, devletler arasında yeni ve önemli anlaşmazlıklara yol açmıştır.


İspanya’da Franco Dönemi

İspanya, XIX. yüzyıldan beri istikrarsızlık ve iç karışıklıklarla mücadele etti. 1902'de tahta geçen XIII. Alfonso, anayasayı ilan etmesine rağmen ülkede istikrar sağlanamadı. 1923'te ordu, demokratik kurumların tamamen kapatıldığı bir askeri destekli yönetimle müdahale ederek iktidarı ele geçirdi. Ancak, başarısız bir hükümet olarak ordu desteğini kaybedince istifa etti ve anayasal sistem yeniden kuruldu. 

Ancak bu gelişme de ülkeye huzur getirmedi ve Kral Alfonso ülkeyi terk edince cumhuriyet ilan edildi. Yeni cumhuriyet yönetimi, dini ve din adamlarını hedef alması, toprak reformlarına girişmesi ve köylülerin zenginlerin topraklarını ele geçirme isteği silahlı çatışmalara yol açtı. 1936'da karşıt gruplar arasında işlenen cinayetler, iç savaşın başlamasına neden oldu.

İç savaş, milliyetçiler ve cumhuriyetçiler arasında gerçekleşti. Cumhuriyetçiler Valencia'da, milliyetçiler ise Franco liderliğinde Burgos'ta bir hükümet kurdu. Fransa ve özellikle Sovyetler, ideolojik açıdan yakın buldukları cumhuriyetçilere destek verirken, Almanya ve İtalya ise milliyetçileri destekledi. İngiltere ise tarafsız kalmayı tercih etti.

1938'den itibaren milliyetçilerin hızlı ilerleyişi karşısında cumhuriyetçiler direnmeye çalışsa da başarılı olamadılar. 1939'da Madrid'in milliyetçiler tarafından ele geçirilmesiyle iç savaş sona erdi.

Franco yönetimi, ilk dönemlerde Batılı devletler tarafından dışlandı. II. Dünya Savaşı'ndan sonra BM'nin İspanya ile ilişkilerini kesmesiyle olumsuz bir süreç yaşandı. Soğuk Savaş döneminde kutuplaşmanın artmasıyla Batılı devletlerin İspanya'ya yakınlaşması, ilişkilerin düzelmesini sağladı. İspanya, 1955'te BM'ye, 1958'de Avrupa Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'na girdi ve ABD ile imzalanan bir anlaşma sonucunda bu devlete üsler verildi.



İki Savaş Arası Dünya

I. Dünya Savaşı, toplumları siyasi, ekonomik, kültürel ve diğer birçok yönden etkiledi. Savaş sırasında yaşanan ekonomik zorluklar, savaştan sonra tüketim isteğinin artmasına ve sanayinin gelişmesine katkıda bulundu. Petrol ve elektrik gibi kaynaklar günlük hayata girdi. Karayolları ve demiryolları gelişti, gemicilikle birlikte havacılık da büyük ilerleme kaydetti. 

Şehir planlaması ve mimari alanında önemli gelişmeler yaşandı. Haberleşme araçlarının gelişimiyle iletişim kolaylaştı. Fotoğraf, çizgi film ve sinema gibi görsel sanatlar, kitle kültürünün oluşumuna katkı sağladı. Bu dönemde fizik alanında önemli keşifler yapıldı ve Einstein'in izafiyet teorisi büyük bir devrim niteliği taşıdı.

Sağlık alanında ve özellikle biyoloji biliminde önemli ilerlemeler kaydedildi. Sosyal bilimler, uzmanlık alanlarını belirleyerek yenilikçi bir döneme girdi. 1929'da tarih biliminde Fransız ekolünün ortaya çıkmasıyla geleneksel tarih anlayışında önemli değişiklikler yaşandı.

I. Dünya Savaşı'nın sonunda Batı Medeniyeti ve bu medeniyetin temelleri sorgulanmaya başlandı, bu da Avrupa edebiyatını etkiledi. Tiyatro da yenilikçi bir döneme girdi. Zürih'te, toplumun ve burjuva sanatının tamamen ve sert bir şekilde reddedildiği "Sürrealizm" akımı doğdu. İki savaş arasında klasik müziğe bir dönüş yaşandı ve caz Avrupa'da da yaygınlaşmaya başladı.

Yorum Gönder

0 Yorumlar

Close Menu