BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1914-1918)
Birinci dünya savaşının Sebepleri:
a) Almanya'nın İngiltere'ye rakip olmak için siyasi birliğini tamamlaması ve sömürgecilikte güçlenmesi.
b) Fransa'nın Alsas-Loren bölgesini geri almak istemesi, bu bölgeyi Sedan Savaşı'nda kaybetmiş olması.
c) Balkanlarda Avusturya-Macaristan ve Rusya arasındaki rekabet.
d) İtalya'nın Akdeniz'de hakimiyet kurma isteği.
e) Çıkar çatışmalarının Üçlü İtilaf (1907) ve Üçlü İttifak (1882) gibi blokların oluşmasına ve silahlanmanın artmasına yol açması.
f) Osmanlı Devleti'nin paylaşılma isteği.
g) Avusturya-Macaristan veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesi.
SAVAŞIN BAŞLAMASI
28 Haziran 1914'te Saraybosna'da Avusturya-Macaristan
veliahdının bir Sırplı tarafından öldürülmesi, Avusturya'nın Sırbistan'a savaş
ilan etmesine yol açtı. Rusya'nın da Sırbistan'ın yanında yer almasıyla
karşılıklı savaş ilanlarıyla I. Dünya Savaşı başladı.
Savaş başladıktan sonra tarafsızlık ilan eden İtalya, 1915
yılında İtilaf Devletleri'ne katıldı. Japonya Uzak Doğu'da Alman sömürgelerini
ele geçirdi. Rusya, 1917'de komünist ihtilali nedeniyle savaştan çekilmek
zorunda kaldı.
Aynı yıl, Alman denizaltılarının ABD ticaret ve yolcu
gemilerine saldırması sonucunda ABD, İtilaf Devletleri'nin yanında savaşa dahil
oldu.
Bu olaydan sonra savaş, İtilaf Devletleri'nin lehine döndü. Almanların
Batı cephesi çöktü ve diğer cephelerde de alınan başarısızlıklar nedeniyle
İttifak Devletleri tek tek savaştan çekilmek zorunda kaldılar.
MONROE DOKTRİNİ
ABD Başkanı Monroe, kongrede yaptığı
konuşmada devletin dış politikasını aşağıdaki prensiplere dayandırıyordu
(1823):
ABD, Avrupa devletlerinin Amerika kıtasında yeniden
sömürgecilik girişimlerine ve kıtanın herhangi bir yerinde kendi sistemlerini
uygulama çabalarına izin veremez.
ABD, Avrupa güçlerinin sorunlarına, savaşlarına ve
politikalarına karışmamayı temel prensip olarak benimser.
Bu prensiplerle ABD, Avrupa'nın kendi kıtasına müdahale
etmemesini, karşılığında ABD'nin de Avrupa sorunlarından ve diplomasisinden
uzak durmasını ve kıtasına yönelik yalnızlık politikasına dönmesini
sağlamıştır.
Paris Barış Konferansı-1919 Paris Konferansı'nda galip
devletlerin beklentileri:
ABD:
Milletler Cemiyeti'nin kurulmasını sağlayarak yalnızlık
politikasına geri dönmek.
Fransa:
Çıkarlarını en iyi şekilde gerçekleştirerek Almanya'nın
Avrupa dengesini yeniden bozmasını engellemek.
İtalya:
Avusturya ve Anadolu'dan bazı topraklar elde etmek.
Sırbistan:
Akdeniz'e ulaşmak.
Japonya:
Çin'den topraklar almak.
İngiltere:
Barış düzeninde kendi çıkarlarını en iyi şekilde
gerçekleştirmek, Almanya'nın deniz gücünü azaltarak sömürgelerini ele geçirerek
Almanya'yı etkisiz hale getirmek.
Konferansın çalışmaları başladıktan sonra ABD'nin talepleri
doğrultusunda Milletler Cemiyeti'nin statüsü belirlendi. ABD istediğini elde
ederek yalnızlık politikasına geri döndü. İngiltere ve Fransa ise Wilson
İlkelerini dikkate almadan kendi çıkarları doğrultusunda barış koşullarını
belirlemeye çalıştı. İlk barış antlaşması Almanya ile yapıldı.
Birinci Dünya Savaşı Sonunda Yapılan Antlaşmalar
Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda yapılan antlaşmalar, Brest
Litovsk Antlaşması ile başlayarak Sovyet Rusya ve Almanya arasında 3 Mart
1918'de imzalandı. Avusturya-Macaristan, Osmanlı Devleti ve Bulgaristan da bu
görüşmelere katıldı. Buna göre Sovyetler, Polonya, Litvanya, Estonya, Letonya,
Ukrayna ve Finlandiya'dan çekilecek ve bu bölgelerin geleceği İttifak
Devletleri tarafından belirlenecekti. Ayrıca Rusya, Kars, Ardahan ve Batum'u
Osmanlı Devleti'ne geri verecek ve Doğu Anadolu'dan çekilecekti.
İtilaf devletleriyle Almanya arasında Versailles (Versay),
Avusturya ile Saint Germain (Sen-Jermen), Macaristan'la Trianon, Bulgaristan'la
Neuilly ve Osmanlı Devleti ile Sevr antlaşmaları imzalandı.
İtilaf devletlerinin yenilen devletlerle imzaladıkları
antlaşmaların ortak özellikleri şunlardı: yenilen devletlerin topraklarını
küçültmek, bazılarını işgal etmek veya yeni devletler kurmak; askeri
sınırlamalar ve yasaklamalar getirmek; ağır savaş tazminatları ödetmek ve
ekonomik yükümlülükler getirmek. Bu anlaşmaların ağır şartları, II. Dünya
Savaşı'na zemin hazırladı.
Birinci Dünya Savaşı'nın Sonuçları
Birinci Dünya Savaşı, Avrupa'nın siyasi haritasının
değişmesine ve güç dengesinin yıkılmasına sebep oldu. Rusya, Osmanlı Devleti,
Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorlukları yıkılarak yerlerine yeni
devletler kuruldu. Avrupa'da, İtilaf Devletleri lehine yeni bir siyasi harita
ve güç dengesi oluştu. Yıkılan imparatorlukların ardından ortaya çıkan siyasi
boşluğu, İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya gibi devletler doldurmaya
çalıştı.
Birinci Dünya Savaşı'nın sonunda, dünyanın benzer
felaketlerle karşılaşmaması amacıyla Milletler Cemiyeti kuruldu. Sömürgecilik
ise "manda yönetimi" adı altında devam etti ve daha da yaygınlaştı.
Sömürge rekabeti Uzak Doğu'dan Orta Doğu'ya kaydı. Savaş sonrasında
"milliyetçilik" düşüncesi güç kazandı.
Çarlık Rusyası'nın Yıkılışı ve Bolşevik İhtilali
1917 Martında, Birinci Dünya Savaşı'nın olumsuz etkileri
Çarlık yönetimini derinden sarsmıştı. Hayat koşullarının giderek ağırlaşması,
yaygın yolsuzluk ve haksızlıklar, toplumun her kesiminden insanları çarlık
yönetimine karşı isyana teşvik etti. Petersburg'da başlayan kadın işçilerin
grevi hızla yayıldı ve askerlerin de katılımıyla bir devrim havasına dönüştü.
Bu hareketin etkisiyle Çar II. Nikolay, tahttan çekildiğini açıkladı. Duma
üyeleri tarafından oluşturulan geçici hükümet, yönetimi devraldı.
Bolşevikler başlangıçta geçici hükümeti destekliyorlardı,
ancak sürgündeki liderleri Vladimir Lenin'in Petersburg'a dönmesiyle birlikte
geçici hükümeti devirmeye karar verdiler. Toplumun barış talepleri güçlenirken,
savaş devam ederken halk arasında barış, toprak ve ekmek isteği yaygınlaştı.
Bolşevikler, bu talepleri vaat ederek giderek artan destek kazandı. Bu
gelişmeler sonucunda geçici hükümet devrildi ve Bolşevikler iktidarı ele
geçirdi (Ekim 1917).
Almanya'nın büyük toprak talepleri karşısında çoğunluk
savaşa devam etmeyi önerirken, Lenin zaman kazanmak amacıyla 3 Mart 1918'de
Brest-Litovsk Antlaşması'nı imzaladı. Çar yanlısı Beyaz Ordu ise yeni yönetime
karşı saldırılar düzenledi. Bu saldırılara karşı üç yıl süren iç savaş yaşandı
ve sonunda Bolşevikler zafer kazandı.
Rus İmparatorluğu'nun yerine federatif bir yapı olan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) kuruldu ve 1 Ocak 1923'te devlet bu adı
aldı.
1924'te Lenin'in ölümüyle iktidar mücadelesini kazanan
Joseph Stalin, Rusya'nın kendi kaynaklarıyla kalkınmasını sağlamayı amaçlayan
birinci beş yıllık kalkınma planını uygulamaya koydu (1928).
Tarım devrimini gerçekleştirmek amacıyla Stalin, köylülerin
küçük arazilerini birleştirerek modern makinelerle donatılmış büyük kolektif
çiftlikler şeklinde birleştirme politikası olan "kolektifleştirme"yi
uyguladı. Ancak bu tarımsal reform, köylüler arasında büyük bir tepkiye neden
oldu. Zorunlu kolektifleştirme sürecinde sert politikalar izlendi ve yaklaşık
dört milyon köylünün ölümüne ve tarımsal üretimde düşüşe yol açtı.
Stalin döneminde toplum üzerinde büyük bir baskı kuruldu ve
muhalifler tasfiye edildi. Resmi ideoloji eşitlik ilkesine dayanmasına rağmen,
toplumda ve gelir dağılımında büyük bir eşitsizlik vardı. İşçilerin yaşam
standartlarına karşılık köylüler sefalet içinde yaşıyordu. Aydınlar, yazarlar,
sanatçılar gibi kişiler ile komünist parti yöneticileri birçok ayrıcalıktan
ücretsiz yararlanabiliyordu. 1930'dan itibaren toplumun tüm kesimleri için
eğitim zorunlu hale getirildi. Bilim ve teknoloji alanında büyük ilerlemeler
kaydedildi ve bu gelişmeler orduya da yansıdı. SSCB ordusu, dönemin en güçlü
ordularından biri haline geldi.
Basmacı Harekatı
"Basmacı Hareketi" terimi, Çarlık döneminde Ruslar
tarafından Türkmenistan, Başkurdistan ve Kırım gibi bölgelerde faaliyet gösteren
kuvvetler için kullanılmıştır. 1918 yılında Millî Hokand hükümetinin Ruslar
tarafından dağıtılmasının ardından Basmacı Hareketi halk hareketine
dönüşmüştür.
Bu hareket, Hokand şehrinde başlamış ve kısa sürede Fergana
vadisine ve diğer bölgelere yayılmıştır. Basmacı Hareketinin temel amacı,
Türkistan'ı Ruslardan kurtararak bağımsızlığına kavuşturmaktı. Eylül 1919'da
Türkistan (Fergana) hükümeti tekrar kuruldu. Bu bölgede Ruslarla işbirliği
yapan Ermeniler, 180 Türk köyünü yakıp yıktı. Sovyet Rusya'nın tüm Türkistan'ı
işgal etme arzusuyla Basmacılar arasında yoğun çatışmalar yaşandı.
Enver Paşa'nın Kasım 1921'de Türkistan'a gelerek Basmacılara
katılmasıyla mücadele daha da şiddetlendi. 1922'de Sovyet Rusya'nın genel bir
saldırı başlatması üzerine "Basmacı liderleri" birbirlerinden
ayrılmak zorunda kaldılar. Enver Paşa'nın Ağustos 1922'de şehit düşmesine
rağmen Basmacı Hareketi devam etti, ancak istenilen sonuç elde edilemedi. Bu
mücadeleler 1931 yılına kadar sürdü ve bu tarihten sonra Ruslar, Basmacı Hareketi'ne
kesin bir son verdiler. 5 Aralık 1936'da Batı Türkistan'da SSCB'ye bağlı
Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan cumhuriyetleri kuruldu. Bu
cumhuriyetlerin milli bir askeri güce sahip olma hakları ortadan kaldırıldı.
II. Dünya Savaşı'nın ardından Sovyet yöneticileri, savaş
sırasında farklı Türk ve Müslüman topluluklarını, düşmanla işbirliği yapmakla
suçladı. Bunun sonucunda Kırım Türkleri ile Kafkasya'da yaşayan Karaçay,
Balkar, Ahıska (Meshet), Çeçen ve İnguş Türkleri Orta Asya ve Sibirya'ya
sürgüne gönderildi.
ORTADOĞU’DA MANDA YÖNETİMLERİNİN KURULMASI
Orta Doğu, coğrafi konumu ve zengin doğal kaynaklarıyla
önemli bir bölge olup, I. Dünya Savaşı'na kadar genellikle Osmanlı Devleti'nin
egemenliği altındaydı, sadece İran Osmanlı egemenliği dışındaydı. Ancak 19.
yüzyılda Osmanlı Devleti'nin zayıflaması ve iç ve dış sorunlarla mücadele etmek
zorunda kalmasıyla birlikte, İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya ve İtalya gibi
ülkelerin etkili olmak için çaba harcadıkları bir bölge haline geldi. I. Dünya
Savaşı sürerken İngiltere, Fransa ve Rusya arasında gizli antlaşmalar yapılarak
Orta Doğu bölgesi paylaşıldı. Rusya, savaştan çekilirken bu gizli antlaşmaları
açıkladı.
Bu dönemde, ABD'nin savaş sonrası yalnızlık politikasına
geri dönmesi, İngiltere ve Fransa'nın Orta Doğu'da serbestçe hareket etmesine
olanak sağladı. Ancak, Wilson İlkeleri olarak bilinen prensipler, İngiltere ve
Fransa'nın Orta Doğu planlarını etkileyecek maddeler içeriyordu. Bu duruma
karşı çözüm olarak manda yönetimleri ortaya çıktı.
San Remo Konferansı
I. Dünya Savaşı'ndan sonra 18-26 Nisan 1920 tarihlerinde İtalya'nın San Remo şehrinde toplanan uluslararası bir konferanstı. Bu konferans, Osmanlı topraklarının paylaşılması ve Sevr Barış Antlaşması'nın koşullarının hazırlanması amacıyla düzenlendi.
İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan ve Belçika temsilcilerinin katıldığı konferansta, Osmanlı'nın Asya ve Kuzey Afrika'da bulunan Arap topraklarında sahip olduğu tüm haklardan vazgeçmesi ve bağımsız bir Ermenistan ile özerk bir Kürdistan'ın kurulması kararlaştırıldı.
Ayrıca, Osmanlı'nın eski Suriye topraklarında Suriye
(Şam merkezli) ve Lübnan Fransa'ya, Filistin ise İngiltere'ye bırakılacaktı.
Irak ise İngiltere'nin manda yönetimi altına girecekti. San Remo Konferansı, 10
Ağustos 1920'de Osmanlı Hükümeti'ne imzalatılan Sevr Antlaşması'nın temelini
oluşturdu.
Orta Doğu’da Büyük Devletlerin Durumu Politikaları
a- İngiltere ve Orta Doğu
İngiltere'nin sömürgelerine Uzak Doğu'dan en kısa yol Orta
Doğu üzerinden geçmekteydi. Süveyş Kanalı'nın 1869'da açılması ve bölgede
petrol rezervlerinin keşfedilmesi, Orta Doğu'nun İngiltere için daha da önemli
hale gelmesine neden oldu.
Almanya'nın Osmanlı Devleti ile yakın ilişkiler kurarak
Hicaz Demiryolları projesiyle bölgede üstünlük sağlaması, İngiltere'yi
endişelendirdi. II. Abdülhamit döneminde İstanbul'da kontrol altında tutulan
Şerif Hüseyin'in serbest bırakılması da İngiltere'ye istediği fırsatı verdi. I.
Dünya Savaşı'ndan sonra daha da güçlenen İngiltere, Orta Doğu'da en büyük payı
elde ederek bölgenin hakim gücü haline geldi.
Arabistan Yarımadası
I. Dünya Savaşı sonrasında Arabistan Yarımadası'nda en önemli gelişme, Suudi Arabistan'da kurulan Vahabi Devleti oldu. Vahabiler, Müslümanlığın fanatik bir kolunu temsil ediyorlardı ve Necd bölgesinde hüküm sürüyorlardı. Vahabiler, 19. yüzyılda Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanmış, ancak Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından kontrol altına alınmışlardı.
I. Dünya Savaşı sırasında İngiltere'nin yanında yer alan yerel liderlere bağımsızlık sözü veren Hicaz Emiri Şerif Hüseyin, kendini "Arap Ülkeleri Kralı" ilan etti. Ancak İtilaf devletleri tarafından sadece Hicaz Kralı olarak tanındı. Şerif Hüseyin, oğullarını Irak ve Ürdün'e kral olarak atadı ve 5 Mart 1924'te halifeliğini ilan ederek bölgedeki konumunu güçlendirdi.
Başlangıçtan
beri bölgede liderlik konusunda rekabet eden Necd Emiri Abdülaziz İbni Suud,
Şerif Hüseyin'e karşı savaş açtı. İbni Suud galip gelerek kendini Hicaz ve Necd
Kralı ilan etti. İngiltere'nin 1927'de tanıdığı bu krallık, 1932'de "Suudi
Arabistan Krallığı" adını aldı. Suudi Arabistan Krallığı, 1936'da Amerikan
şirketi Aramco'ya petrol ayrıcalığı vermesiyle ABD'nin bölgeye girişini
sağlamış oldu.
Irak
San Remo Konferansı'yla birlikte Irak, manda yönetimi
altında İngiltere'ye teslim edildi ve Musul da bu manda yönetimi kapsamına
girdi. Ancak Musul petrol rezervlerinin bir kısmı Fransa'ya verilecekti. Aynı
dönemde Suriye'de Fransızlar tarafından tahttan indirilen Kral Faysal, Irak
halkının isteği üzerine 1921'de İngiltere tarafından Irak Krallığı'na
getirildi.
İngiltere, Irak'taki aşiret reislerini para yardımı ve vergi
muafiyeti gibi teşviklerle kendine bağlamayı ve ülkede egemenliğini sürdürmeyi
hedefledi. İngiltere'nin politikası, geleneksel sömürgecilik anlayışıyla
kaynakları kontrol etmek ve özellikle petrol gibi değerli madenlere sahip
olmaktı. Ancak Irak halkının milliyetçilik fikirleriyle İngiltere'ye karşı
başlattığı mücadeleler sonucunda, 1930'da imzalanan bir antlaşma ile İngiltere
manda ve himaye fikrinden vazgeçerek Irak'ın bağımsızlığını tanıdı.
Ürdün
Ürdün, başlangıçta Kral Faysal'ın Büyük Suriye krallığına
dahil olan bir bölgeydi. Ancak Faysal, Fransızlar tarafından Suriye'den çıkarılınca
1922'de Milletler Cemiyeti'nin kararıyla ayrı bir Ürdün Devleti kuruldu. Bu
devlet İngiltere'nin mandası altına verildi ve Ürdün, ekonomik kaynaklardan
yoksun olması nedeniyle İngiltere'ye bağımlılığını artırdı. Hicaz Kralı Şerif
Hüseyin'in oğlu Abdullah'ın yönetimine getirilen mandalar doğrudan İngiliz
komisere bağlıydı. Ürdün, 1946 yılında bağımsızlığını kazandı.
Mısır
1882 yılında İngiltere, Mısır'ı işgal ederek topraklarına
kattığını duyurdu ve I. Dünya Savaşı'na Osmanlı Devleti'nin dahil olmasıyla
birlikte 1914'te Mısır'ı resmen kontrolü altına aldı. Ancak Mısır
milliyetçilerinin başlattığı isyanlar sonucunda İngiltere 1922 yılında
Mısır'ın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Bununla birlikte, İngiltere
Süveyş Kanalı'nın stratejik önemini ve Mısır'daki yabancıların haklarını koruma
sorumluluğunu üstlenmeye devam etti.
İtalya'nın 1936 yılında Habeşistan'ı işgal ederek Nil
Nehri'nin kaynaklarına hakim olması ve Orta Doğu'da bağımsızlık isteyen
halkları kışkırtarak Almanya'ya yardım etmesi, İngiltere'nin Mısır
politikasında değişikliklere yol açtı. Bu gelişmeler İngiltere'yi Mısır ile
anlaşma ve ittifak yapmaya zorladı. Bu anlaşma kapsamında İngiltere, Mısır'dan
çekilirken Süveyş Kanalı üzerinde sürekli asker bulundurma hakkı elde etti.
Ayrıca İngiltere, Mısır saldırı altında olduğunda onu koruma taahhüdünde
bulundu. Bu sayede İngiltere, Mısır'daki etkisini korumuş oldu.
Uzakdoğu'da Yeni Bir Güç: Japonya
Japonya, XIX. yüzyılın ikinci yarısına kadar derebeylik
(feodal) düzenin hâkim olduğu, dış dünyaya kapalı bir ülke konumundaydı. Şogun
adı verilen ordu komutanı, derebeyler arasından en güçlü olanından seçiliyordu
ve gerçek güç Şogun'un elinde bulunuyordu.
Ancak Batılı devletlerin ticari amaçlarla Japonya'yı
zorlamaya başlamasıyla 1854 yılında Batılı devletlerle ticari anlaşmalar
yapılmak zorunda kalındı. Bu Batılı etkileşim, Japonya'da tepkilere yol açtı ve
anlaşmayı imzalamakla suçlanan Şogun yönetimi, ülke üzerindeki etkisini
kaybetti.
1867'de genç yaşta tahta geçen İmparator Mutsuhito,
aydınların Batı tarzı yenilikler yapılması fikrine destek vererek "Meiji
Restorasyonu" olarak adlandırılan reform sürecinin başlamasını sağladı.
1868'de feodal düzen yıkılarak Batı tarzı bir hükümet
kuruldu. Hukuk sistemi reforme edildi ve Prusya-Alman modeline dayalı yeni bir
anayasa oluşturuldu. Birçok alanda yenilikler gerçekleştirildi.
Japonya'nın ihracatı, özellikle ipek ve tekstil sektöründe
yükselişe geçti. Tüm bu gelişmelerin arkasında "güçlü bir ordusu olan
zengin bir ülke" olma ideali vardı.
Bu reformlar sayesinde Japonya kısa sürede güçlü bir devlet
haline geldi XIX. yüzyılın sonlarında dikkat çeken bir konuma ulaştı.
Sanayileşen ancak hammadde açısından sınırlı kaynaklara
sahip olan Japonya, Asya'ya yayılmaya yönelik bir politika izlemeye başladı.
Çin yönetimindeki Kore'yi ele geçirme hedefiyle Çin'le karşı karşıya geldi.
İki devlet arasında yapılan savaşta Japonya galip geldi ancak Batılı devletlerin ve Rusya'nın tepkisi nedeniyle elde ettiği toprakları
Çin'e geri vermek zorunda kaldı.
Çin toprakları, Japonya ve Rusya arasında rekabet alanı
haline geldi. İki ülke arasında 1904-1905 yıllarında savaş çıktı ve Rusya bu
savaşta yenilerek Çin ve Kore üzerindeki etkisini kaybetti.
0 Yorumlar